30 Ağustos 2009

Buruk Kutlama


Canım arkadaşım Asyaselda yazmamı istemişti
Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı
Kutlamalar yaılacak
Ama!!
ya durduk yere 10 şehit vermiş aileler bugün kutlamayı nasıl yapıcak!!
Ceza olarak pimi çekilmiş pombayı 45 dakika tutabilmiş askerin ölüm kalım savaşı
45 dakika dayanabilmiş parmakları
resmen işkence
arkadaşlarının komatanından korkup yardım edememesi
ve sonunda 4 askerin şehit oluşu

Bumudur asker eğitimi?

Peki ordunun döşediği mayınlara basan 6 asker
sonrada PKK'nın üstüne atması

Bugünkü kutlamalrda onlarda olucaktı
bir hiç uğruna pisi pisine haince şehit olmasaydılar

Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı

İçiniz rahatmı kutladınız?

87 yıl önce Türkiye için zafer kazanılmış
kürt,türk,çerkez,alevi demeden
ya şimdi bölündü bölünecek

tek dil

tek bayrak

tek devlet

olması dileğimle

Azerbaycan Türk tvlerini yayından kaldıracakmış

dilleri bozuluyo diye

biraz onlardan ders çıkarmak lazım

26 Ağustos 2009

Bekçi

Bekçi

Devlet bir gün geniş ve boş bir araziye geceleri göz kulak olacak bir bekçi işe

almaya karar verir.


Bir süre sonra düşünülür ; ‘’Peki talimatlar olmadan bekçi işini nasıl yapacak’’

Bir planlama birimi kurulur ve planlamayı yapmak üzere iki kişi işe alınır.


Bir süre sonra ‘’İşleri yapıp yapmadıklarını nasıl kontrol edeceğiz’’ diye

düşünülerek iki denetmen işe alınır, biri denetim yapar diğeri raporları yazar .

Bir süre sonra ‘’ Bunların maaşları hesaplanıp nasıl ödenecek ‘’ diye tartışılır ve


bir muhasebeci şefi, bir katip, bir de istatikçi işe alınır.


Bir süre sonra ; ‘’Peki bunlardan kim sorumlu olacak.’’ Diye düşünülür ve bir müdür


ve iki de müdür yardımcısı işe alınır.


Bir süre sonra, ülkede ekonomik kriz çıkar ve bütçedeki masrafları kısmak için bekçi


işten çıkartılır...

25 Ağustos 2009

Ödül



Üç arkadaşım 'Kreativ Blogger'ödülüne beni layık görmüşler

Çok teşekkür ederim

Beni onurlandırdınız

Ödül verenleriniz çok olsun:)

Hakan-can
Emine
desperately-in-love

23 Ağustos 2009

Al Sana Açılım

Hürriyet gazetisi yazarı Yılmaz Özdil'in yazısı
(anlamayanlar için kapak)
Al sana açılım


27 senedir gazetecilik yapıyorum... Ve, çalışma hayatımın en enteresan "sansür" olaylarından biri geldi başıma... "Açılım"ı destekleyen arkadaşların, iyi okumasını öneririm.



Tatilden döndüm...

"Kürtçe" başlıklı

bir yazı yazdım.

Bugün çıkacaktı.



Şöyle başlıyordu:

"Kimimiz Türk, kimimiz Kürt, kimimiz Laz, kimimiz Çerkez... Yahudimiz, Rumumuz, Ermenimiz, Rus gelinlerimiz, Alman damatlarımız; uzatmayayım, ’mozaik’ derler, değiliz aslında, ’ebru’yuz, koskoca bir aileyiz... Ve, ortak bir vatanımız, ortak bir resmi dilimiz var bizim; Türkçe... Bizi, biz yapan."



Şöyle devam ediyordu:

"Dünyaya entegreyiz; İngilizce de öğreniriz, Japonca da... Elbette, anadilini de, mesela Kürtçeyi de öğrenmek en doğal hakkıdır yurttaşların... Ama, bu doğal hakkı, ’açılım’ adı altında, ’resmi dil’ haline dönüştürmeye çalışmak, bizi biz olmaktan çıkarmaz mı? ’Bizi bize yabancı’ hale getirmez mi? İki lisanlı toplum olursak eğer... Birlikte yaşamak isteyen, sorunlarını konuşa konuşa çözme iddiasında olan, ancak, birbirinin dilinden anlamayan bir toplumu, hangi tutkal bir arada tutabilir?"



Ve, şöyle bitiyordu:

"Silahla beceremeyen bölücülerin tuzağına düşmemeli Türkiye... Kanın durması için teröriste bile şefkat gösterilebilir; bakarsın, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır... Fakat, farklı dil, kardeşi kardeşe yabancı haline getirir, ki, terörden tehlikelidir."



Yazı buydu.

Peki "sansür" nerede?

Şurada...



Yazıyı Kürtçe yazmak istedim!



Hayır...

Amacım, Türkiye’nin en etkin gazetesinde ilk Kürtçe makaleyi yazan kişi olmak değildi... Yukarıdaki satırları okuyacaktınız ve anlamayacaktınız.

Amacım işte buydu.



Araya "ikinci resmi lisan" girdiğinde... Farklı etnik gruplara mensup olan, ancak, Türkçe konuşarak, Türkçe yazarak, Türkçe okuyarak "anlaşan" bir toplumun, nasıl aniden birbirine yabancılaşacağını görecektik...

Kanıtı da, bu yazı olacaktı.



E hani sansür?

Buyrun...



Kürtçe bilmediğim için, Türkiye Çevirmenler Derneği’ne başvurdum, "Bu yazıyı Kürtçeye çevirmek istiyorum" dedim. "Hay hay" dediler, İstanbul’daki "yeminli tercüme bürosu"nun telefonlarını verdiler. Aradım... "Hay hay" dediler, Kürtçe tercüman bulmak için iki gün izin istediler ve çevirme ücretinin de 180 lira artı KDV olduğunu belirttiler... "Hay hay" dedim, fatura bilgilerimi gönderdim, yazımın Kürtçe tercümesini beklemeye başladım.



İki gün sonra... Türkiye Çevirmenler Derneği’nden aradılar... "Kürtçe tercüman bulduklarını, hatta 8 tane Kürtçe tercümana başvurduklarını, ancak 8 tercümanın da bu yazıyı Kürtçeye çevirmek istemediğini" söylediler...



Allah Allah!

Niye birader?

"Yazının içeriğini uygun bulmamışlar!"



(Bu arkadaşlar "yeminli" tercüman ama, yeminleri bi acayip... İçeriğini beğenirlerse, tercüme ediyorlar, beğenmiyorlarsa, etmiyorlar... Sanırsın, tercüman değil,

sansür kurulu!)



İşte böyle...

Terör, bizi bölemez.

Lisan, böler.

Cart diye.



Bizi bize yabancı eder.

Kanıtı da bu yazı.

5 Ağustos 2009

Başbakan'a fıkralı göndeme


CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu
öyle güzel dokundurmuş ki anlattığı iki ayrı fıkra ile
Kılıçdaroğlu'nun ilk fıkrası şöyle:


``Birisi bakmış ki, duvarda milyarlarca saat var. (Bunlar ne saatidir) diye sormuş. (Dünyada herkesin bir saati var kardeşim, kim yalan söylerse onun saatinin yelkovanı oynuyor), diye cevap almış. Bakmış ki, duvardaki bir saatin akrep ve yelkovanı 12'nin üzerinde durmuş. Ve (bu kimin saati) demiş. (Türkiye'de bir Mustafa Kemal var, hiç yalan söylemiyor, bu onun saati) demişler. Sonra, Mao'nun, Lenin'in saati hangisi falan diye sorarken, (bizde bir de Tayyip Erdoğan vardı, onun saati hangisi) demiş. Melek diyorki; (vallahi onun saatini Azrail aldı. Biliyorsunuz, cehennem çok sıcak orada onu vantilatör olarak kullanıyormuş) diyor.”

Anlattığı fıkra ile Sabih Kanadoğlu'nu da güldüren Kemal Kılıçdaroğlu,
ısrar üzerine panel sonunda bir fıkra daha anlattı.
“Bir de politikacı fıkrası anlatayım” dedi,



Bakın Başbakan'ında hoşuna gitmiş nasıl gülüyor:)

“Bir toplantı yapılıyor ve herkes görüşlerini söylüyor. Politikacıya, (sende bir konuşma yapar mısın) diyorlar. (Yok yok ben yapmayayım) diyor ve ısrar ediyorlar, (sende konuş, herkes konuştu) diyorlar ve (peki) diyor politikacı. Çıkıyor kürsüye ve başlıyor konuşmaya. Bir saat, iki saat, üç saat, dört saat, yatanlar, kalkanlar, dışarı çıkanlar, geri gelenler falan oluyor ve bir türlü bitmiyor konuşması. En sonunda politikacı demiş ki, (Yahu arkadaşlar ben sanki biraz uzattım. Sabah erken evden çıkarken saatimi yanıma almayı unutmuşum) diyor.
Arka taraftan genç birisi bağırmış ve beyim sen bırak saati yanındaki takvime bak demiş.”
Kılıçdaroğlu süpersin

1 Ağustos 2009

Türk Olmak Zor


Zaferler kazanıldığında, savaşa Türk,Kürt,Alevi,vs vs.. diyemi katıldı bu halk?
Türkiye Cumhuriyeti kurmak için savaşmadı mı Kürtler'de?
Atatürk böylemi yapmıştı!?
Sayın Başbakana biri dur demeli
Nedir bu açılımlar
Nedir bu parçalanmışlık,asıl bölücülüğü şimdi yapmış olmuyormu?
Bukadar Kürt Açılımı yetmezmi?
İki devlet,İki bayrak mı olucak
Napıyosun Erdoğan??????
Birleştir!!!!
Bölme!!!!
Türk Kürt Kardeştir ayrım yapan kaleştir....
Aşağıdaki yazıyı ben yazsaydım aynı şeyleri yazaardım
Duygularım ve düşüncelerim bundan farklı olmazdı
Aslında çok şeydir, Türk olmak.

Türk olmak, Osmanlı'nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi.

Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.

Türk olmak Kıbrıs'ta, Hocalı'da, Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırıma uğrayıp karşılığında yapmadığın soykırımla suçlanmaktır.

Türk olmak faşist olmaktır, vatanına, milletine, tarihine sahip çıktığında
Türk olmak demokrat ve çağdaş olmaktır, vatanına, milletine, tarihine sövdüğünde...

Türk olmak lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır.

Avrupa'da hor görülmek Türk olmaktır, ataların bir çok asır önce Viyana'yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir tabii ki sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmadığın için.

Türk olmak Selanik'te Pontus Anıtı'nın, Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.

Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp, bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir.

Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.

Arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, yazının bulunduğu, paranın icat edildiği her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.

Türk olmak; Truva'dan bu yana, Sümer'den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.

Doğu Roma'yı da Batı Roma'yı da yıkıp, yeni Roma olan AB'ye girmeye çalışmaktır Türk olmak.

Türk olmak, Mostar'da köprüdür, Kerkük'te kaledir, İstanbul'da Kızkulesi'dir, Anadolu'da buğdaydır, Çukurova'da pamuktur, Ege'de tütün, Karadeniz'de fındık, Trakya'da ayçiçeğidir.

Türk olmak Çanakkale'de ölmektir. Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır. Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlısından helallik almaktır.

Sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır. Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.

Türk olmak, harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.

Türk olmak askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek.

Türk olmak, annenin şehit oğlunun ardından 'Bir oğlum daha olsun, onu da vatan için göndereceğim.' demesidir. Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken 'Vatan sağ olsun!' demesidir.

Türk olmak 'Türk çayında radyasyon olmaz!' yalanları ile, 'Gusül abdesti alana AIDS bulaşmaz!' dolanları ile yaşamaktır. Her hükümetin enkaz devraldığı, ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.

Türk olmak, ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir. Aynı nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır. Göz hakkına, diş kirasına saygıdır.

Türk olmak. Evindeki bir kap aşın yarısını tanrı misafirine vermektir. Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.

Türk olmak, milli maçta ağlamaktır. Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşık olmaktır.

Türk olmak, aşkını ölesiye sevmektir. Aşkı için ölmektir, öldürmektir. Sevdiceğinin elini bir kez tutamadan, toprağa girmektir. En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. Eşkiyaya türkü yakmaktır, Türk olmak.

Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak.
Türk olmak Yunus'u bilmektir, Aşık Veysel'i sevmektir. Mevlana'yı, Hacı Bektaş-ı Veli'yi ve Hoca Yesevî -tek bir satırını okumasa da yüreğinde taşımaktır.

Türk olmak, saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövül düğünde ve kaval çaldığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü'nde... Hayatın sana verdiklerine 'Nasip', vermediklerine 'Kısmet' demektir. Her işin 'Hayırlısına' inanmaktır ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.

Türk olmak, Asya'da batılı, Avrupa'da doğulu diye tepki görmektir. Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradandan ötürü sevmektir.

Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir.

Türk olmak, mahalle maçı için aynı saatte, on kişi buluşamazken, milyon kişinin bir araya gelmesidir. Tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.

Türk olmak, buhran zamanında Arjantin'de de mağazalar yağmalanırken, daha ağır buhranda sıraya girerek, sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan sandıkta kesmektir.

Türk olmak en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir. Zor iştir Türk olmak.

Türk olmak Anadolu'da her düşen yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başak için şükretmektir.

Türk olmak, medeniyetler mezarlığı Anadolu'da dik durabilmektir.

Türk Olmak;
NE MUTLU TÜRKÜM diyebilmektir...